12 Ekim 2014 Pazar

çünkü dalgalar ayırır canım

düşünceleri rahat vermiyor.o yüzden kitabın kapağını ve ışıkları kapatıyor.bitişikteki evden sesler geliyor.cumhurbaşkanı bağırıyor.yine.televizyonun o iğrenç tınısı kulaklarını tırmalıyor.
hiçbir zaman özellikle dinlemek için açmadığı, ama istemeden de olsa ezberlediği bir şarkı kafasında çalmaya başlıyor.
böyle ayrılık olmazmış.olmasın!
hani zeki müren? hani mimikleri nerede?
bak şimdi güzel kısmı gelecek, bekle.yunanca şarkının elbette.
tabi bu cümleyi kurmayı düşündüğü kişi hiç dinlemeyecek o şarkıyı.niye dinlesin ki?
dinlemez...
zaten ağlayası vardı, kimsenin dokunmasına gerek kalmadı. -belki yunanca şarkının güzel olmayan kısımları dokunmuştu ona.-
içine girince huzur bulacağına inandığı hırkaya sarıldı.onun tişörtünü giyiyordu.
özlediği birinin.bu gerçekliği hatırlayınca özlediği bütün anları yine sıraya dizdi.sonra bütün kırılganlığını.ve kırılmışlıklarını.
tek tek.
kronolojik olarak.
sonra bir de yaşattığı acı yüksekliğine göre dizdiği sıralamasıyla.
tek tek.
sonra sondan başa doğru.
tek tek.
sonra onun asla yanında olmayacağını 3. kırılmışlıkta tekrar hatırladı.
ismi söylendi.cevap vermedi.
ismi neredeydi.
buradaydı.
karanlıkta oturmanın aydınlatıcı etkisi başlamıştı çoktan.koltukları seçebiliyordu.birlikte de oturmuşlardı oysa bu koltuklara.fotoğrafını çekmişti biri, o uyurken.bu koltuklardan ikili olanına kıvrılmış uyurken.kızmıştı uyanıp o fotoğrafı görünce.
yastığına sarılmış, beyaz ve komik pijamaları vardı üstünde.
böyle ayrılık olmaz. (3. kere)
cevabını asla almayacağı şeyler söylemişti.o yüzden cevap almadı.
ama inatla cevap bekledi.
bir hiçten.
bir boşluktan.
bir karanlıktan.bir aydınlıktan veya.bir dünyadan.bir huzurdan.bir sevinçten.bir parıltıdan.bir nefesten.
cevaplar bekledi.
-oysa kanlı canlıydı, şimdi niye böyle oldu? gözlerine bile bakmıştı.gri gömleğine.siyah ayakkabılarına.karışmış saçlarına.siyah pantolonuna.ellerine.hem de kaç defa.anlamsız olduğundan emin olduğu gülümsemelerine.bordo gömleğine de bakmıştı.kollarına.ayaklarına.gözlerine uzun süre bakamayınca bakabileceği her yerine bakmıştı işte.kendine bakmıştı dışarıdan.komikti.soğukkanlıydı  yine de.utandı.komikti çünkü ellerindeki kırışıklıklar yaşıyla paralel değildi.yaşından utanıyordu-
sonra cevaplar verdi.
gerçekten merak ediyormuş gibi karşısındaki.düz cümle kuramayacağını anladığı yerde sorular sorardı.

ellerindeki kırışıklara takıldı gözü.tasvir edilmeye değmeyecek elleri vardı.bu onu yaklaşık olarak her gün üzüyordu.
tek tek.
peki neden? laciverti seviyordu ve lacivert ona iyi geliyordu.birinin deniz gözlü olması için mavi olması mı gerekti o gözlerin, yoksa tıpkı onun gibi bakması yeterli miydi? ve kahverengi.
yeterliydi.
bir an için onu da sevmediğini düşündü.tıpkı diğerleri gibi.oysa ne kadar çabalamıştı inandırmak için. şarkı bile seçmişti beraberliklerine. belli ki inandıramadığı tek kişi o değildi.
bunu sorun etmeyi bıraktı.
şöyle bir baktı.yapması gereken bir şey yoksa sorun etmeye geri dönecekti.çünkü sorun etmek yapılacak işlerden sonra gelirdi.böyle öğretildi ona.
düşündü.yapması gereken bir şey yoktu ve geri döndü.
sorular sordular.
cevapları tatmin etmedi kimseyi.
illa bir şey olmalıydı.çok büyük.devasa.insanı öldürmeliydi bu büyüklük.ama hiç olmadı.
belki de en büyüğü tam olarak buydu.
açıklayamadı.
gülümseyip geçti.
cümleler kurdular.
sustu.
ıslık çalanlar oldu.
umursamadı.
ağlayınca akmıyordu rimeller.ağladıktan sonra yüzü yıkayınca akıyordu.
saatlerin gürültüsü de insanı sağır edebiliyordu.keşke saatleri susturabilse.bir şair olup onu da yanına aldırabilse.
belki bir meçhul bir denizde, en fazla büzülmüş izmarit olurdu..

o ise martılara atılmış ekmek parçası.dalgalar geldikçe limana birlikte vursalardı...
emindi, dalgalar onları ayırırdı yine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder