26 Ekim 2014 Pazar

donduktan sonra pencereye konan mini mini bir kuş

bu ailedeki herkes gereksiz cümleler kurmak, gereksiz gerginliklere ev sahipliği yapmak, gereksiz yargılarda bulunmak, gereksiz bakışlar atmak için bir araya gelmiş.
aynaya ne zaman baksa gördüğü kişiden rahatsız.kafasını aynadan ayırıp karşılaştığı ilk insanı gördüğünde hissettiği gibi.
bazense deli gibi haykırmamak için zor duruyor: "oysa ben herkese rağmen seni karşılamaya, tüm kapılarımı açmaya hazırdım.girmedin." sanırım bu cümleyi kuracağı zaman büyük harfe geçiş yapıp cümlenin sonuna bir ünlem yerleştirmesi gerekir.ama söylemiyor.bazı cümleleri hayatının taslaklarına kaydetmeye fazlaca alışmış.
kesinlikle istanbul'da olmayan bir apartmanın balkonundan dışarıya bakıyor.karşıda deniz var.çok güzel.denizden önce sahil var.kumlar...kumlardan önce park var, çocuk parkı.içinde normal parklara oranla çok daha güzel ve ilginç oyuncaklar var.parktan önce geniş bir yol var.bir sürü araba geçiyor.genelde beyaz ve gri.arada sırada kırmızı arabalar da geçiyor.hareketliliği yalnızca uzaktan izlerken seviyor.çünkü değişimin sesi uzaktan hoş gelir.
yoldan önce kaldırım var.her ne kadar belli bir örüntüyü takip ediyor gibi görünse de minik çukur ve tümseklerde bu örüntü bozuluyor, simetri oradan koşarak uzaklaşıyor.
"lütfen, lütfen kimse gelmesin."bir süre daha kimse gelmiyor.
kaldırımın önünde apartmanın ufak bahçesi ve ilkel bir kilidi olan beyaz boyalı kapısı var.kapının üzerinde turunculuğu insanı hayrete düşürecek cinsten zambaklar...
zambaklar onu anaokuluna götürüyor.çok da eskiye değil yani.arkadaşıyla kırmızı gülün taç yapraklarını yediği günlere.
"tadı çok güzel değil mi?"
-tadı iğrenç.-
"evet, çok güzel."
midesi bulanıyor ama yemeye devam ediyorlar.
sonra eve geliyor.bahçenin yeşil kapısını açıyor.önce sarı kırmızı renkli gül, sonra sadece sarı gül, sonra sadece kırmızı gül.mor salkımlar...ve dikenleri kocaman kocaman olan pembe gül.pembe gülün dikenlerinden irice bir taneyi eline batırmadan kopartıyor.önceden çiçeğin gövdesine yapışık duran geniş kısmı yalayıp burnunun üzerine yapıştırıyor.kendinin bir dinozor olduğunu hayal ediyor.üzerinde jurassic park amblemi olan eteğini hatırlıyor.jurassic park'ın ne olduğunu bilmiyor.sadece eteğinin kenarında amblemi var ve bir adet dinozor.
koşarak bahçenin ilerisine gidiyor.siyah bir kedi görüp saçını çekiyor.siyah kedi uğursuzluktur.
o siyah kediyle bakışırken bir inek sesi.yine de tertemiz bir hava...içine çekiyor.
acıktığını hissedince eve giriyor.salonun sarı ve loş ışığı onu tedirgin ediyor.bu tedirginliği ömrünün geri kalanında da içinden asla atamayacağını fark edemeyecek yaştayken üstelik.
-bu sırada istanbul'da olmayışına dönüyor.-
bahçenin beyaz kapısının önünde apartman var.bir daha gelmeyeceğinden emin olduğu bu apartman.
diğer katlarda kimlerin oturduğunu ve ne iş yaptıklarını merak etmiyor.tam da yaşına yaraşır bir saflıkla buzdolabından izinsiz aldığı mandalinanın kabuklarını yalnızca balkondan atarsa yok edebileceğini biliyor.kabukları bahçede kayboluncaya kadar izliyor.bazı kabuklarsa alt kattakilerin balkonuna düşüyor.
ne yazık ki.
evin arka tarafındaki pencereden bakıyor.siyah ve rutubetli bir duvar.üzerinde kırmızı spreyle ulrAslan yazıyor.anlamıyor...jurassic park'ın dinozorunu hatırlıyor.eteğini...keşke eteğini de getirseydi.
gitmesi gerek biliyor, buradan da...
bir kere göz göze gelince her şeyin bitmesi gerekiyor.hayatına yeni birini almak şöyle dursun, zaten hayatında olanlarla bile ilişkisini sürdürebilmek için planlar yapmalı.bu planlar onu yoruyor.
üstelik bu planları sonsuza kadar devam ettireceğini fark edemediği bir yaşta.
deniz ve park arasında bir banka oturuyor.ne zamandır oturduğunun farkında değil.gelip giden dalgaları, belki de yalnızca kafasında kurduğu hayali adaları, o adalardan gelen gemiler, o adalardaki ağaçları, ağaçların altında gezen kızlar ve erkekleri, o kızların renkli eteklerini, erkeklerin gömleklerini, gömleklerdeki kareleri, çok sevdiği birinin son gördüğü kareli gömleğini, ona elveda diyemeyişini, adalardaki yaşlı insanları, yüzlerindeki kırışıklıkları, göz altlarındaki nemi, titreyen ellerini, bakkalları, bakkalların önündeki çöp kutularını ve içindeki dondurma paketlerini, meybuzları, eski mahallesini, eski mahallesindeki haylaz çocukları, patlayan çamlak çömlekleri, komşunun köpeğini, bahçedeki sarı, kırmızı, sarı-kırmızı gülleri, ve geri kalan tüm gülleri hatırlıyor.
tam banktan kalkacakken genç biri geliyor.
"oturabilir miyim?"
"tabii buyrun..."
kalkma eylemini biraz erteliyor.üstelik yanından kalkılıp gidilmenin, herkesi değil yalnızca bazı insanları üzdüğünün farkında olamayacak yaşta.
kendinin de yanından kalkılıp gidilince üzülen o insanlardan olduğunun farkında olamayacak yaşta.
ellerinin sadece mini mini bir kuş tarafından terk edilince boş kalmayacağının farkında olamayacak yaşta.
şarkıdaki mini mini kuşu kendisine asla benzetemiyor.çünkü mini mini kuşlar sarıdır ve onları herkes sever.

3 yorum:

  1. Ellerin kenetliyken birbirine, bilirim başın neden sağına meyil verir. Bank üstü düşünceler draması; yoktur daha hüzünlüsü. Ve dişlerin kemirirken yine sağ yanından dudaklarını, bilirim ki kovalanan sivri bir kelimenin kuyruğudur, yakalanıp yutulan. Gölgelenirsin. Gölgen düşer ayakdiplerine, seller alır. kara mizahtır yaşananlar tahhamülü daha kolay...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (Ya ilk defa tanımadığım birinden yorum alıyorum o yüzden nasıl karşılık vermem gerektiğini bilemedim.ama güzel yorumunuz için teşekkür ederim.)
      Bank üstü düşünceler dramalarıma bir yenisi eklendi. :')

      Sil
  2. Rica ederim, güzel yazıyorsunuz... Takip ediyorum sessiz...

    YanıtlaSil