16 Ocak 2015 Cuma

boşlukta asılı kaldım ve



ölüm de hep bilmediğim bir dilin olgusu olarak kaldı.Tuhaftır ki yaşam da öyle. (ikisini de tatmış olduğumu iddia eder bir yaşama sahipken...) 19 senede yalnızca birkaç kelimesini söktüğüm tek dil ise yaşamla ölüm arasında sıkışmış olmanın dili.Arada kalmanın dili...Ne durağan halde olmanın, ne de adım atmış olmanın...Ne evetin, ne hayırın...Bu dil tamamen ayağın havada olmasının dili.Bu dil, ben kütüphaneye giderken onun eczacılığın karşısında duran seyyar kırtasiyeye doğru bakarken, hayef'in olduğu sokağa dönüşünün dili...
Buna ne dersem diyeyim nasıl tanımlarsam tanımlayayım, bütün haber kiplerini küçümseyecekmiş gibi hissediyorum. Geçişler üzerine kurulu yaşamı, oldu bittiye getirecekmiş gibi yani..
Nedir bunları söylememin sebebi diye düşününce, aslında tek bir zaman diliminde yaşamayı başaramıyor oluşumuzda bulur gibi oldum cevabı.Nesnelere büyük anlamlar yüklemek yüklenen her anlamda sürekli bir geliş gidişin içinde olmak. -bazen sırf buna dayanarak ışınlanmayı bulduğumuza bile inanıyorum-
Belki de bu fotoğraftır demek istediğim, bilemiyorum. Gün geçtikçe ölüme giden ama 'geleceğin' getirdiği bir gül, bir ölümden kalan vazo, bir şimdiki zaman göstergesi perde ve kalorifer...Present perfect tense'i geçmişte olmuş ama etkisi hala devam eden diye anlatmak yerine bu fotoğrafı gelecekteki öğrencilerime fırlatmak isterim. Alın size geçmiş, alın size geçmişte olan olay, alın size hala sürmekte olan etkisi, alın size şimdiki zaman, alın size geçiyor olmakta olan, alın size ölüyor olan---
hayır hayır bunu çocuklara yapmam...
bunu yalnızca kendime yaparım.
bunu yalnızca iç sorgulamalarıma cevap bulamayışlarıma yaparım.bunu atamadığım adımlara tepki olsun diye yaparım.
neyse bunlardan bahsetmeyeceğim.
seni biraz anlayamıyorum. -kendimi çok anlıyorum ya.-
anlayamadıkça içten içe kendimi bitiriyorum.bitik olduğum halde bitmek bilmiyorum.
neden bu kadar büyük beklentilerin var diye bağırmak istiyorum.ama bağırmam; bağırmadan önce sessizce söylemem gereken şeyler var.bağırmadan önce ellerimi sabit tutarken söylemem gereken, hatta fısıldadığım halde herkesin duyması gereken şeyler var. 

neden bu kadar umutlusun ve aynı zamanda umutsuzsun diyesim de var ama korkuyorum.
biraz bencil davranayım mı? davranayım...
benden bir umut olur mu. (soru işareti koymak biraz iddialı bir hareket olacaktı.) sahi, bu sahip olduğum hücreler, bu göz, bu ciğer, bu dalak, bu eller, bu kafam falan...bunları umuda dönüştürmenin bir yolu var mıdır? çünkü varsa olurum.
insanlar sana beklediğini vermiyorsa, bütün halimi köşedeki büfede 2 umutluk şeklinde bozdurabilirim.
bu umutla gidip 2 paket 'kısa parliament' alma ihtimalini de göz önünde bulunduruyorum.bilinsin istiyorum.
bunlar hep bazı koşullar altında mümkün ve güzel şeylerdi..
ona ulaşamıyor oluşumu zaman dilimlerine yüklemek istemem ama, öznesi kendim olan bir cümlede maalesef ki onu bulamıyorum.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder