1 Mart 2015 Pazar

göz ardı edilen, önemsiz detaylar

     başı ağrıyordu, fena halde hem de.eve varmasına en az 2,5 saat vardı.burada oturmak zorundaydı.birinden ilaç istemeye yüzü yoktu.zaten onun yorulmaya hakkı da yoktu.yorulunca dayanırdı ve bu yorgunluk cümleye dönüşmezdi bile.şikayet edeceği zaman yalnız kalmayı beklerdi.insanlar onun şikayetlerini dinlesin istemez, hatta bazen kendine bile söylemezdi.gereksizdi, her şey gibi.
     bu döneme bir ad verecek olsa, çay tabağına dökülmüş çayı bir peçete yardımıyla silmeden içtiği dönem I olurdu.ilk defa içtiği şeylerin sıcak ya da soğuk, az ya da çok, dökülmüş veya dökülmemiş olmasının bir önemi yoktu.ne içtiğinin de bir önemi yoktu.insanlar bazen "buranın çayı kötü, buraya gitmeyelim / burada kahveyi güzel yapamıyorlar" gibi cümleler kurardı.bunlara anlam veremezdi çünkü bir şeyin güzel ya da kötü olduğuna karar verecek merci kendisi değildi.bunu kendi içinde bile yapamazdı.kendi kendine bile söz sahibi olmamayı benimsemenin sonucu muydu, yoksa 50'li yaşlara gelmeden tat alma duyusunu mu yitirmişti bilinmez.
     insanlar yollarına çıkan küçük taşlarla uğraşırken yorulduklarını iddia edip, bu taşları yoldan kaldırmak yerine etrafından dolanırlar ama o yolda yürürlerdi.Yolu tamamlamak yegane hedefleriydi, nasıl olduğunun önemi yoktu.O ise taşların orada her zaman olduğunu ve olacağını bildiğinden midir nedir, hepsini tek tek itinayla kaldırırdı ve kenara koyardı.belki gittikleri aynı yoldu ama o çok yorulurdu.o taşların etrafından dolanmak her zaman daha kolaydı.kenara çekmek...biraz...yorucuydu işte.zamanla insanlar öyle ya da böyle, düşe kalka o yolda uzun uzun yürümeye devam ederlerdi.belki de taşları kaldırmak için yanlarında yardım edecek birileri olurdu.ama o her zaman yolun ortasında bir kaldırım bulup oraya çökmek, sonsuza kadar tek başına, sıkışıp kaldığı yolun kaldırımında oturmak isterdi.çünkü yorulmuştu, çünkü dizlerinin bağı çözülmüştü, çünkü nefes nefeseydi, çünkü susamıştı, çünkülerlerler...
     tabi ki bunları söylemeye de hevesli değildi.
insanlardan yardım isteyemezdi, kimse de gönüllü olarak yardım etmek istemezdi.insanlar biraz böyleydi işte.onun hayatında iyi bir şeyler olunca (diyelim birlikte giderken onların karşısına çıkan bir taş büyükken onunki küçük olsun...) sevinir gibi yaparlar aslında üzüntüleri ayın güneş ışığını yansıttığı gibi yansıtırdı gözlerine.kötü bir şeyler olunca da üzülür gibi yaparlardı.elleri omuzdan başlayıp dirseğe kadar inen kol üzerinde manasızca gidip gelirdi. (bundan hiç hoşlanmazdı.) burada elin kolla yaptığı sürtünme kuvvetinden doğan enerji falan yoktu, o evrene karışan şey, "mutsuz olduğuna sevindim enerjisi olabilirdi en fazla.
     kendisini bırakamazdı.çünkü o ne zaman sevmeye kalksa sadece kalbini açamazdı, aklını da açardı.böylece sevmenin şiddetli rüzgarında cereyanda kalır, hasta olurdu.bitap düşerdi.kimse de gidip bu kapılardan birini kapatmamıştı.kimse kendiliğinden gelip de, üşüyor hasta olacak dememişti.o kendi kendine nane limonunu kaynatır, çorbasını içer, kendini terletir toparlanırdı belki ama "hiçbir iz bırakmazdı" onu.her izi peşine takar, yola hepsi birbirinden ağır bu izlerle devam ederdi.
     günden güne tüm izler çoğalmış, yoldaki taşlar büyümüş, pencereler açık kalmış gitmeye çalışırken YETER dedi.Yetmişti.Bu kadarına dayanacak gücü olsa "bir defa kalsam yanında" derdi.
ne beklersiniz, yükleri bir kenara fırlatıp biraz soluklandıktan sonra koşarak yola devam etmesini değil mi? her sonuç için bir nedene ihtiyaç vardır.bu sonucun gerçekleşmesi için hiçbir neden olmadı.o da sadece YETER dediğiyle kaldı.kaldırıma çöktü.bekliyor...yolun, başladığı yerden silinerek gelmesini, belli bir zaman sonra altından silinen yolu görmeyi ve simsiyah o boşlukta aşağı doğru düşmeyi.

nereye düştüğünün bir önemi yok.bu yoldan daha iyiydi her yer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder