9 Nisan 2015 Perşembe

ölü bir dilde de olsa merhaba de.


her şey öldüğü için bana sözcükler yollamayı bırakman haksızlıktı.
ölü bir yerde olsan da yanına geleyim.pek beceremem ama oraya toplayabildiğim tüm ağaçları getireyim.oraya bütün yeşillikleri taşımak için lazım olan her şeyi toplayayım.

şimdi şu üzerinde hiçbir leke bulunmayan saydam camı fark etmeyen bir kuş gelse ve çarpsa.hatta belki ölse ne acayip olurdu.kuşların anatomisini hiç incelemedim ama ona bile meraklıyım şu sıralar.
ölü bir kuşun anatomisinde bulabilir miyim seni?

kapı açıldı.çok fazla konuşmadıkları halde uzunca bir süredir birlikte kaldığı kişiydi içeri giren.balkona çıktı yanından geçip.yazdıklarına odaklanması için balkonun boş olması lazımdı.bekledi...başka şeyler düşündü.sıradan şeyler..yarın ne yapacağına dair, ya da bugünü nasıl bitireceğine dair.


balkondan içeri girerken yanında getirdiği yalnızca yorgun ve ince bedeni değildi, bir de suratında görmeye alışık olmadığı burukluk vardı.
-balkonda kuş ölmüş biliyor musun?
-ciddi misin?
-evet, tuttum attım ben de bahçeye doğru..
(keşke atmasaydın.)

kuş ölümlerini hissetmek de ihtiyacım olmadığı halde bahşedilmiş yeteneklerden biri mi oluyordu? yoksa ben düşündüm diye mi öldü o kuş?

bilmiyorum, bilmiyorum ama sen yine ölü bir dilde de olsa gecemin iyi geçmesini temenni et istiyorum.bildiğin bütün güzel sıfatları benim için topla istiyorum geçtiğin baharlardan.
bir kez olsun karşılık beklenmediğini bildiğim bir şeyler almak istiyorum.

karşılıksız söyle bana bildiğin her şeyi.
bunun dilde karşılığı nedir diye de sorma.duymak istemiyorum bağzı dillerin globalleşen dünyadaki yerini ve gelişimini.dillerin gelişmesi inan benim yalnızlığıma hiçbir şey katmıyor.hatta ve hatta beni derinden yaralıyor.
her şey gibi dilin de artık karşılıklar için kullandığını görmek---

-kahve ister misin?
-hayır, teşekkür ederim.
-aslında yapmıştım istersin diye.
(niye? neyse... insanları kırmamak için mideyi kırmak)
-peki tamam getir öyleyse, karşılıklı içeriz...

beklenti içinde.bardağı tutuşundan belli.

-bir şey soracağım..sende bir tuhaflık var.kaç gündür böyle, konuşmuyorsun sanki.

-bilmem ki.işler yoğun ya, ondandır herhalde, kafam dağınık...

yalan söylüyorum.kafamın içini pırıl pırıl yaptım.her şey olabildiğince yerli yerinde.üstelik bunu yaparken bulaşık süngerine döktüğüm güzel anılarımızı kullandım.her yer mis gibi sen ve renklerin kokuyor.dokunduğum her yerde çerçevelenmiş günlerimiz... konuşabileceğimiz başka yer mi var sanki? elbette yapacağım bu kadarını.ayrıca da konuşmuyor falan değilim.değil mi? konuşuyorum işte.onunla değil belki ama herkesle konuşuyorum.cevap alamıyor olmanın beni kırmadığı herkesle konuşuyorum.

hissediyorum kuşları filan.bunları anlatsam kesin cevap vermeyecek.hatta o lanet olası bardağını ağzına götürecek ve yere bakacak, biliyorum.belki de hava mevsim normallerinin altında olduğu için içeride içecek sigarasını ve odayı kokutacak.yerdeki kalemlere gözü dalacak ve donuk bakışlarla üfleyecek dumanı.korkunç görünecek tam o saniye.sonra gözleri çözülecek ve bana bakacak.tam olarak bana da değil, boynuma doğru.gözlerime bakmayacak...
öyleyse bunları sana anlatmaya devam etmem lazım.
cevap alamıyor olmanın beni kırmadığı tek insansın.

turuncu, kahverengi ve yağmur.
eylül ve ekim.
seni senden iyi tanıyorum demek..sahi mi? en son ne zaman bu kadar gururlanmıştım...

-bardağını götüreyim mi mutfağa?
-olur..
.


ben bunları unutmuyorum.
kendine iyi bak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder