29 Haziran 2015 Pazartesi

şeyler yenileşmeli

görüntülerin önce bulanıklaştığını, sonra silikleştiğini, sonra karardığını ve yok olduğunu hissetmişti.bunu filmlerde görüp kitaplarda okumuştu, üstelik tecrübe etmeden önce.ama cümlelerin, dinlemesi gereken cümlelerin silikleşip, kendi duvarlarına çarpmadan uzaklaştığını ilk defa görüyordu.
ya da göremiyordu.
ya da duyamıyordu.
bunun yerine konuşmak istiyordu.sürekli.durdurulamaz biçimde.fakat kurduğu cümlelerin uzunluğu üç kelimeyi geçmiyordu.
geçsin istiyordu.
konuşayım.
biriktirdiği ne varsa harcama vaktinin geldiğini ilk defa hissediyordu.ama maalesef, bunu yapmak için çok geç kalmıştı.çünkü düşüncelerinde altı sıfır varken, artık kullanılan düşünce biriminde altı sıfır yoktu.ki bu altı sıfır kalkalı da baya baya olmuştu.
bazı cümleleri dolaba tıkmıştı telaşla, çoğunuysa katlayıp raflara özenle yerleştirmişti mevsimi gelince çıkartmak için.mevsimi gelmişti işte.hem de tam mevsimi.serin bir rüzgarın estiği, yine de üşümediği o güzel mevsim.ama dolabı açamadı.
belki de korktu bilinmez.çektiği onca sıkıntının anlamsızlığından korktu.
devasa bir anlamsızlık içinde yüzdüğünün zaten az bi' şey farkındaydı ama bu bile saklanmak için yeterli bir nedendi.dolabı açınca hazırladığı cümleler yerinde boşluk görmekten, dahası belki görünür hayaletler görmekten...korktu işte.
sonra planların tutmadığının, hazıra konamayacağının farkına vardı ve yeni bir şeyler söylemek istedi.
tamamen yeni, anlık bir şeyler.
sigaranın külü baya baya uzayabiliyormuş.
evet bir şeyler söyleyecekti.
fark etmişsindir artık eskisi gibi değilim.anlattıklarını dinleyemiyorum bile, dikkatim dağılıyor.dinlesem de söyleyeceğim şeyler bitmiş gibi..bitmedi aslında da...
sonra biliyorsun bizimkiler de çıktı, dediler gel bizimle çalış biraz.dedim yok.gider miyim bu saatten sonr...
tamam önceden söyleyeceğim baya şey vardı...
ya o kim be? adam mı o be?
ama artık.ne desem boşmuş gibi, anlıyorsun değil mi?
bilmiyorum be.valla.kalkalım mı?
olur.
sevdiğim şeyler var.mesela güzel bardaklar, pilot kalemler, defterler, vanilyalı her şey, mavi, siyah yüzükler, siyah her şey *böcekler hariç*, sade türk kahvesi...

sevdiği cümleler var,
"Yaşadığım her şeyi bir karınca gibi yuvarlaya yuvarlaya ona taşımayı düşünüyordum hâlâ, kış için, o bitmek bilmez kış için ve önümüzdeki kışlar için, turşu kurmadan, reçel yapmadan, masal anlatmadan çıkaramayacağımız kışlar için…" gibi,
sevdiği ülkeler var, avusturya...
sevdiği günler var, cuma mesela,
sevdiği aylar, eylül...
sevdiği insanlar?
yeni cümleler hazırlamalıyım, yeni sevdiğim insanlar olmalı.başka türlüsü çıkmaz sokakları zorlamak olacak çünkü.

gel şuradan gidelim, daha kestirme...
olur.

20 Haziran 2015 Cumartesi

dinginlik


"tamam biraz değişik beklentilerim var.ama bu onların büyük olduğu anlamına gelmez.genelde hep büyük beklentileri olanların büyük hayal kırıklıkları olur derler.ama benim büyük hayal kırıklıklarım olmasının sebebi beklentilerimin büyüklüğünden değil, o minicik beklentilerimin bile yerine gelmemiş olmasıydı."
sahi mi?
kahve bardağına sarıldı.uzun zamandır hiç çekmediği kadar içine çekti havayı.arası bugüne kadar pek de barışık olmadığı şehrin, en sevmediği o yüksek binalarına baktı iyice.
ışıklar belli bir ahenkle yanıp sönüyor olmalı.yoksa bunlardan da rahatsız olurdu.
"kendime haksızlık ediyorum..."
dönüp dolaşıp aynı yerine geldiği alfabeyi küllüğe bastırdı iyice.hiçbir ateşi kalmayana dek, hatta hafif dumanlar bile küllükle olan temasını bırakana dek bastırdı.
o harfi ve geri kalan tüm harfleri bir bir geride bıraktığını hissetti aldığı her nefeste.
peki ya şimdi?
bir alfabe yok ettiysek yerine başkasını bulmak lazımdı.buluruz öyleyse.anlaşılamamak en kaçamadığı huyuydu öyleyse anlaşılacağımızı umut ettiğimiz dillerden uzak duralım yeter.
anlaşılmak belki de en büyük beklentisiydi.tüm bunlara rağmen,
ilk defa onu kıran birine iyi davranmadı.
ilk defa düşünmedi rüzgar esmeyince ne olacağını.ve ilk defa bir minik bir sevgiye hak ettiğinden fazlasını vermedi.
"bugüne dek parçalandığım en büyük saldırı, minik sevgilere verdiğim değerinden fazla özveri oldu."
haklıydı da.
ne yapmalı, ne etmeli? bu sorular da yok olan alfabeyle giden sorulardan yalnızca ikisiydi.gitti işte.
hiçbir şey hissetmemeyi dert etmedi.
huzur...senelerdir peşinden koştuğu, koşarken yere kapaklanıp dizlerini paramparça ettiği, ellerini kanattığı o şey.yoksa elinde tuttuğu o muydu?
yan taraftan kahkaha sesleri yükseliyor, bir yerlerde havai fişekler patlıyor, diğer taraftan uçaklar kendilerini yıldızmış gibi gösterip ışıklarıyla göz kırpıyordu.her şey ne kadar da aynıydı oysa.
bardağına sarılırken elini yaktı.
ama deprem olmadı, en üst katında penceresine oturduğu bina yıkılmadı.kendisini rahatsız edecek kimse yoktu etrafında şimdi.
olmayan çok şey vardı.
yolunda gitmeyen şeyler yok değildi.
fakat kelimeler ilk defa bu kadar acıtmadı canını.bahanelere yıllar sonra ilk defa ağlayarak karşılık vermedi.
ilk defa binlerce kere düşünmedi bu bahanelerin yalanlığını.
"insanların gün ışığı dediği şey inanma becerisidir."
inanabildiğin kadar yüzeydesin.inanabildiğin kadar gün aydınlanıyor.bahaneleri de çöpe atabildiğin kadar dönüyor dünya işte.
yaptı, hepsini yaptı.
içi yanarak da olsa.
eski buzdolabının sesiyle çok uzaklara gitti.acaba eski televizyonun karşısında yatak mı vardı yoksa üçlü koltuk mu? hatırlayamadı. televizyonun altındaki dolapta eski kasetler vardı. koyu gri, açık gri, mavi, kırık beyaz... ilaçlar vardı sonra, bir tane gül kolonyası, arko krem... eski ve örgü o tuhaf torbanın içinde tespihler ve boncuklar...
kapattı dolabı ve mutfağa gitti. dolabın üstünde bayramdan kalma kutuda çikolata varsa ne güzel olur! var... dolapta da fanta... keyiften ölmek buydu işte. koridora serili beyaz üstüne mavi çiçekli minderlere çöktü. tek ses eski buzdolabının kendi kendine homurdanışı ve o hafif titremeyle üstündeki örtüyü de zorla kendi dansına davet edişi...
ve yan komşuların bahçe kapılarının gıcırtısı.
"en son o zaman mı nefes aldım? sahi, ben en son ne zaman yaşadım?"
yaşıyordu.
belki uzun bir süre geçti, belki bu yaşamak tercih ettiği türden değildi.ama yalan söylemez.yaşıyordu işte.
insanların nefes alırken içine çektikleri şey hava değil, huzur olmalı.