20 Haziran 2015 Cumartesi

dinginlik


"tamam biraz değişik beklentilerim var.ama bu onların büyük olduğu anlamına gelmez.genelde hep büyük beklentileri olanların büyük hayal kırıklıkları olur derler.ama benim büyük hayal kırıklıklarım olmasının sebebi beklentilerimin büyüklüğünden değil, o minicik beklentilerimin bile yerine gelmemiş olmasıydı."
sahi mi?
kahve bardağına sarıldı.uzun zamandır hiç çekmediği kadar içine çekti havayı.arası bugüne kadar pek de barışık olmadığı şehrin, en sevmediği o yüksek binalarına baktı iyice.
ışıklar belli bir ahenkle yanıp sönüyor olmalı.yoksa bunlardan da rahatsız olurdu.
"kendime haksızlık ediyorum..."
dönüp dolaşıp aynı yerine geldiği alfabeyi küllüğe bastırdı iyice.hiçbir ateşi kalmayana dek, hatta hafif dumanlar bile küllükle olan temasını bırakana dek bastırdı.
o harfi ve geri kalan tüm harfleri bir bir geride bıraktığını hissetti aldığı her nefeste.
peki ya şimdi?
bir alfabe yok ettiysek yerine başkasını bulmak lazımdı.buluruz öyleyse.anlaşılamamak en kaçamadığı huyuydu öyleyse anlaşılacağımızı umut ettiğimiz dillerden uzak duralım yeter.
anlaşılmak belki de en büyük beklentisiydi.tüm bunlara rağmen,
ilk defa onu kıran birine iyi davranmadı.
ilk defa düşünmedi rüzgar esmeyince ne olacağını.ve ilk defa bir minik bir sevgiye hak ettiğinden fazlasını vermedi.
"bugüne dek parçalandığım en büyük saldırı, minik sevgilere verdiğim değerinden fazla özveri oldu."
haklıydı da.
ne yapmalı, ne etmeli? bu sorular da yok olan alfabeyle giden sorulardan yalnızca ikisiydi.gitti işte.
hiçbir şey hissetmemeyi dert etmedi.
huzur...senelerdir peşinden koştuğu, koşarken yere kapaklanıp dizlerini paramparça ettiği, ellerini kanattığı o şey.yoksa elinde tuttuğu o muydu?
yan taraftan kahkaha sesleri yükseliyor, bir yerlerde havai fişekler patlıyor, diğer taraftan uçaklar kendilerini yıldızmış gibi gösterip ışıklarıyla göz kırpıyordu.her şey ne kadar da aynıydı oysa.
bardağına sarılırken elini yaktı.
ama deprem olmadı, en üst katında penceresine oturduğu bina yıkılmadı.kendisini rahatsız edecek kimse yoktu etrafında şimdi.
olmayan çok şey vardı.
yolunda gitmeyen şeyler yok değildi.
fakat kelimeler ilk defa bu kadar acıtmadı canını.bahanelere yıllar sonra ilk defa ağlayarak karşılık vermedi.
ilk defa binlerce kere düşünmedi bu bahanelerin yalanlığını.
"insanların gün ışığı dediği şey inanma becerisidir."
inanabildiğin kadar yüzeydesin.inanabildiğin kadar gün aydınlanıyor.bahaneleri de çöpe atabildiğin kadar dönüyor dünya işte.
yaptı, hepsini yaptı.
içi yanarak da olsa.
eski buzdolabının sesiyle çok uzaklara gitti.acaba eski televizyonun karşısında yatak mı vardı yoksa üçlü koltuk mu? hatırlayamadı. televizyonun altındaki dolapta eski kasetler vardı. koyu gri, açık gri, mavi, kırık beyaz... ilaçlar vardı sonra, bir tane gül kolonyası, arko krem... eski ve örgü o tuhaf torbanın içinde tespihler ve boncuklar...
kapattı dolabı ve mutfağa gitti. dolabın üstünde bayramdan kalma kutuda çikolata varsa ne güzel olur! var... dolapta da fanta... keyiften ölmek buydu işte. koridora serili beyaz üstüne mavi çiçekli minderlere çöktü. tek ses eski buzdolabının kendi kendine homurdanışı ve o hafif titremeyle üstündeki örtüyü de zorla kendi dansına davet edişi...
ve yan komşuların bahçe kapılarının gıcırtısı.
"en son o zaman mı nefes aldım? sahi, ben en son ne zaman yaşadım?"
yaşıyordu.
belki uzun bir süre geçti, belki bu yaşamak tercih ettiği türden değildi.ama yalan söylemez.yaşıyordu işte.
insanların nefes alırken içine çektikleri şey hava değil, huzur olmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder