30 Temmuz 2015 Perşembe

açmazda geçen günler

hava çok sıcak. düşünemiyorum. randevuya daha 1 ay var. güzel. 
uzun zaman geçti. çaprazdaki komşular yüksek bir ihtimalle memlekete gitti. uzun zamandır ışıkları yanıp sönmüyor.perdeler hep aynı şekilde duruyor.
her gün lanet ediyorum bu şehre. binalar, binalar, binalar... sanki herkes birbirinin evinde yaşıyor gibi. ondan mütevellit azıcık sesimiz yükselse babam kızıyor, sessiz olun.
sanki duysalar bir şey olacak...en fazla benim gibiler bizi dinler ve yazar duyabildiklerini işte.
fakat zamanla insan bırakamaz hale geliyor. hatta aradığı ufak tefek gürültüler, canlılık belirtileri oluyor. hayatta olup olmadığını komşunun yıkadığı bulaşık sesinden anlıyor. nabzını sokakta çığlık çığlık ağlayan çocukla ölçüyor.
tamamen sessiz kalınca, kendimi çocukken o hep kapısından geçerken korktuğum kiliseye çan olarak dikmek istiyorum. bu kadar çınlayan kulak başka ne işe yarar?
renkli olması beklenen günleri siyah yaşıyor olmak yapılacak en kolay şeydi. ben yine kolayı seçtim. 
otobüsle yanından geçtiğim çocukluğuma el bile sallamadım. yalnızca baktım, saniyeler içinde tüm hatıraları toplayıp peşimden sürüklemek istedim. anladım ki, güzel şeyler yaşama özleminde olan kişinin "hatıra"dan beklentisi gün geçtikçe daha da somutlaşıyor.bu yüzden elinden tutacak bir şeyler aradım. ama bulamadım. 
otobüsle yanından geçtiğim yıllarıma bakarken içim hiç acımadı. bir süredir yalnızca hissiz bir şekilde sürünüyorum.
ölü birinden kalma vazoya yeni güller ekledikçe rüyalarda buluşuyoruz. ölü birinden kalma fotoğrafları kronolojik sıraya soktukça rüyalarda buluşuyoruz. burada çok genç, burada orta yaşlarında gibi, bu, bu işte son hali.bu kalsın en önde.
uzanamadığım ve acı dolu bir geçmişe dokunursam bana da bulaşır mı acısı? bilmiyorum... o yüzden bu kalsın en önde.
ben ne yaptım? 
bana bu görevi kim yükledi bilmiyorum. elimden geldiğince cebimde bulduğum tüm çarelerle koşturup durdum. yüzüme bakmayacak insanları iyileştirme planları yaptım. 
yüzüme bile bakmadılar.
planlarım da olmayacak hayallerimin yanında ufak bir gezintiye düştü diye düşünüyorum, suya.


11 Temmuz 2015 Cumartesi

12 temmuza açık mektup: iyi ki yoksun.

bugün benim doğum günüm.
sarhoş veya yasta değilim. (bkz: teoman ve benim aramdaki farklar) yas tutmak için uzunca bir süreyi harcadım zaten.o yası yeterince içselleştirdim.daha fazla zamana ihtiyacım yok.
fakat, bir kutsallık atfettiğim açık bu günlere. 
oysa tek yaptığım yattığım yerde telefonun çekmesi için yalvarıp, kendi kendime sabaha kadar dönüp durmamdı o yatakta.
sonra da güneşin doğuşunu izlemek.doğmayan güneşin diyelim...
bir dolap...
dolapta 'ölü birinden kalma pijamalar', ceketler, pantolonlar...işin tuhafı dolabın en alt çekmesinde alet çantası bulunmayan bir evin aksayan yanı...çekiç, ingiliz anahtarı, vidalar, pense ve adını bilmediğim demirden yığınlar.
dolapta boş askılar...dolabın üstü gizemli.oraya boyum yetişmez.
ama göründüğü kadarıyla böcek ilacı, senelerdir oradan ayrılmayan kolonya, poşetler...
oda havasız.
temmuzun ortası olmasına karşın serin bir havayla mücadele amaçlı sıkı sıkıya kapatılmış tahta pencereler ve eski tül.

tek yaptığım nefes almak, gibi görünürken yaptığım onca şey.
yalvarmak, yakarmak ona ulaşmak için.tek yaptığım nefes almak gibi görünürken kendimden büyük bir sevgiyi daha da büyütmek.
büyüttükçe büyütmek.
daha da ötesi, sahip olmak nedir bilmeden en az o sevgi kadar büyük bir kaybetme korkusu biriktirmek.tıpkı dünya küresi şeklindeki kumbarama, elime geçen her parayı attığım gibi..
her korkuda biraz daha doldurdum içimi belli ki.
üst üste gelen, birbirine karışan, bir yerden sonra asla ayrılmayan bu sevgi, korku, ümitsizlik ama mutluluk yumağına bir yer aradım sadece nefes alır görünürken.
en acısı, daha sahip bile olmadan kaybedeceğimi söyleyen iç güdümün, birkaç ay sonra haklı çıkacağı.yine de bunlar önemsiz detaylar.
o sevgiyle kıyaslayınca yanında büyük kalan ne vardı ki zaten?
hiç...
en sonunda güneş doğdu.
en sonunda ben doğdum.
sesimi duymak istemişsindir diye düşündüm.
ne güzel düşünmüşsün.
keşke yine düşünsen böyle şeyleri.ama ne haddime artık.
nasılım? iyiyim. sen nasılsın? sen de iyisin. tuhaf tuhaf şeylerden şikayetçi olman. her şikayetine gülmem..
sonrası? sonrası yok, zor zamanlardı.
bilirsin işte, baya baya zor zamanlardı. sevginle kıyaslayınca küçük kalan, ama sevgin kalmayınca bir canavar gibi üzerime çullanan zamanlar işte.
sonra ben iyi ki doğdum.
belki de sırf sen dedin diye.bilmiyorum.ne zaman tüm sevgilerimi kaybettiğimde boğulacak gibi hissetsem koşup koşup sığındığım bir sevginin sahibisin diye belki.
bir zamanlar var olduğuna bile inanmanın güçleştiği bu günlerde, yine aynı yere koşarken takılıp düşecek gibiyim.
düşeli çok oldu onun da farkındayım.ama düşmediğime inanmak istiyorum bazen.hala o günkü gibi koşarım sanıyorum.
ah, pardon.. o günkü gibi koşsam varacağım tek yer yine bulunduğum yer olur. affet...
tüm mahremiyetimi döktüğüm yeter, artık susmalıyım.huzurunda sana susup, başkalarına anlatıyorum şimdi her şeyi.
o oradaydı, teknik olarak ben de oradayım.
o gitti, teknik olarak olmasa da ben de kalamadım.
o sesini duymak istediğimi düşünmüştü, ben de sesini duymak istediğimi düşünmüştüm.
o oradaydı o gün, ben de başka bir yerde.hatta nefes bile almadan.
sonra o artık orada olmayacağını belirtti.anlaşılır bir durumdu.ben de hep orada olacağım dememiştim.
ama hep orada oldum.
oradan ayrılmak istedim.hatta çabaladım.bazı eylemlerde bile bulundum.ama olmadı.
sonra o orada olmamanın ötesinde, teknik olarak da orada olmayacaktı.sonra yıllar geçti tabi.
dedim, ben orada olayım, o da oradayken.bir kez bile olsa.
olmadı.
çünkü ben teknik olarak olmayı başaramıyorum.
teknik olarak yokum.
ben yokum.
gerçekten.
iyi ki yoksun büşra.iyi ki.

3 Temmuz 2015 Cuma

kendimden çıktım yola

bütün o bardakları anlattı tek tek.bunların dibi kare ama yukarı gittikçe oval bir hal alıyor.dipleri bir de mor.bunlar çok şık mesela.toz pembe.üzerinde altın sarısı desenler var.çok narin, incecik.bana benzemiyorlar.bardaklar...bardaklar insana benzemez zaten.
bugün 5. ya da 6. kere geliyor aynı sorular.
iyi misin? neden böylesin? neden asık suratın?
bugün 5. ya da 6. kere geliyor aynı cevap ama soru.
yoo, iyiyim?
diyelim ki gülümsedin ve gerçekten içten cevaplar verdin.peki söyler misin kalkıp giderken ayağının arkasını (yani topuğun üst kısmı) yara yapmayı nasıl becerdin?
yoksa insanların birbirine nasıl alıştıklarını düşünürken kendinden mi geçmiştin?
hayır kendimden geçmedim.
kendi kendimle bir savaşım içindeydim sadece.
hayır değilsin.
evet öyleyim.
hayır değilsin.
iğrenç hissediyorum.
hayır hissetmiyorsun.
iğr-
hayır! yeter artık. susar mısın?
her zaman izlediğin evdeki insanların da memlekete gitmeye hakkı var. senin küçük eğlencelerine kimse dahil olmak zorunda değil.her gece o insanların mutfaktan gelen mutfak seslerine bağlamamalıydın huzuru.bu senin hatan.
başka evler izlesek olmaz mı?
yine üzülecek bir şey buluyorsun.
şimdi de, misafirin geldiği gün yaşanan coşkuyla, misafir olmayan günün sakinliği arasındaki farka taktın kafayı. insanlara her gün misafir gelemez. insanlar her gün misafir varmış coşkusunda yaşayamaz.
hayat herkese panayır yeri değildir. buna ne zaman inanmıştın ki? çok saçma!
belki, dünyanın çeşitli ülkelerini tanıtan, ya da su altında belgesel çeken insanlar için hayat bir panayır yeri olabilir. o da belki... kesin değil yani, bilirsin.
biber seni rahatsız eden bir bitki. bazı koliler konuşur. ama sen biber yiyerek bu kolileri izleyince normalleşmeyecek hiçbir şey.
farkındayım. etrafımda dönen olaylar ve nesneler üzerinde bir etkim yok. öyleyse neden bu kadar çok tepki çekiyorum. hani fizik kuralları nerede? fiziğin son sınavı test olduğu için 2'yle geçmiştim lise birde. ama bu kadar da fizik yoksunu olmamalıyım. etkiye tepki. ne kadar etki o kadar tepki. böyle işlemiyor muydu? bu fizik bir tek beni mi cezbederken aynı anda bana acı veriyor yoksa fizik okuyan herkes aslında böyle mi hisseder? kuantuma daha çok var.. vektörler... vektörler tatlıdır. vektörler yeşil tahtanın üstünde önce beyaz tebeşirle anlatılır. sonra, meydana gelen değişimler sarı veya yeşil tahtada hiç gözükmeyen kırmızı tebeşirle belirtilir. (highlight...bu kelimeyi seviyorum.sarı fosforlu kalemlerin adı highlighter mesela.) hocam, kırmızı tebeşir görünmüyor. kahverengiyi deneyelim... (çok tebeşirli sınıflar üzerine bir şeyler söylemeliyim.) kahverengi daha da gözükmüyor. ama tekrar söylemeye gücüm yok. daha da görememeye devam ediyorum. zaten görsem ne değişecekti ki? belki 64 yerine 72 alırdım.
bir şeyleri sesli tekrar edememeye lise birde mi başladın?
hayır, o günden sonra çok şeyi tekrar söyledim.
nasılsın? dedim ona, bir eylül ayıydı muhtemelen.tanımadı beni.o yüzden konuştu zaten.tanısa kapatırdı suratıma telefonu. yatakta bağdaş kurmuştum ve ters oturuyordum çünkü beni izleyen biri vardı karşımda.
kapattık.
çok özlemişim dedim, sesli ve tekrar ederek.kaç sene önceydi? saymak istemiyorum.
iki işi aynı anda yapmakta iyi değilim.bir de solaklar iki işi aynı anda yapmada iyidir derler, palavra! ya da ben iyi bir solak değilim...
küçüklükte yemek yerken kaşığı zorla sağ elime vermişler. makas kullanmakta da iyiyimdir mesela. bunlar kötü solaklığın bazı işaretleri. bim kapısına çarpıp omzumu acıtmak. işte bu iyi solaklık. kardeşim solakları seviyor. daha yaratıcı olurlarmış, öyle diyor. ben de kardeşime ülkemizin doğal geçim kaynakları ve sanayileşme üzerine bazı şeyler söylüyorum. bunları coğrafya dersinde öğrenmiştim. coğrafyayı sevmezdi insanlar, ben çok severdim. bunu biliyorsunuz, sır değildi zaten.
hiç sırrım yoktur, herkes her şeyimi bilir.kimseden gizlim saklım yok.
tabii canım, hep öyle derler.
hayatımın belli bir senesinden sonra herkese açık yaşamaya başladım.belli bir senesinden öncesini içimde gidebildiğim en derin ve gizli yerde bıraktım. açarsam...
açarsam sanki karabasanlar fırlayacak, bütün dünyayı siyah bir toz bulutu kaplayacak, sonra bu toz bulutu bütün dünyayı, sonra evreni saracak.bu toz, iyice elastik bir yapıya bürünecek ve bütün evreni sarıp sıkmaya başlayacak.
big crunch'a dair geliştirebildiğim tek teori budur.
zaten ben fizikçi de değilim.
ben evrenbilimci de değilim.
kendimbilimciyim.hepimiz gibi. (bu değersizleştirmeyi yapmasam olmazdı.)
kendimden çıktım yola, bir yere varamadım.
ama evreni anlamada başka bir yol da gözetemedim, bağışlayın.