29 Eylül 2015 Salı

ben bir cadıyım

       Henüz hiçbir şeyi çok özlemediğim yıllardı.En çok özlediğim şey anaokulundaki en yakın arkadaşımdı.Baş harfi N'dir.Annesiyle annem, arkadaştır.Aynı zamanda teyzesi anaokulumuzda öğretmendir.Bu sebeple teyzesiyle, yani öğretmenimle de görüşmektedir annem.Annem görüşüyorsa her şey güvenlidir.
       İşte o yıllarda N'yi özlediğimi fark etmezdim aslında.Ara sıra aklıma gelir, yeni arkadaşlarımın onun yerini nasıl doldurduğunu görürdüm.Ama kimse beni gördüğünde sevinçten alkışlayıp boynuma atlamaz, beni yaşıtım birinden yaşlarca olgun hissettirmezdi.Henüz 6 yaşındaydım ama olgunluğun ne demek olduğunu o anlarda öğrenmiştim bence.N'nin omzuna gelen, tam tepesinde hep minik bir kuyrukla dolaştığı saç tellerinden birkaçı ağzıma girerken...
       Aynı sene anaokulundaki A başharfli arkadaşım, yeni montumun süsleriyle oynamıştı bir kere birlikte servis için beklerken.İkimizde soğuk ve gri halıfleks zemine çökmüş, sırtımızı faaliyetlerimizin asılı olduğu duvarın tam karşısındaki duvara yaslamış oturuyorduk.Kırmızı montumun üstünde siyah, süet, armaya benzer süsler; altın rengi düğmeler vardı.Beklerken sıkılıp hepsini tek tek incelemiş, montumda incelenecek ne çok şey olduğunu fark ettirmişti.Mavi gözlü birinin ilgisini ilk defa o zaman çektiğimi düşünmüştüm, oysa onun ilgisini çeken montumdu.Bir zaman sonra bir şey söylemeden kalkıp gitmişti ve günün sonunda el birliğiyle topladığımız oyuncaklar içinde bir tanesini alıp bakmaya başlamıştı.Sonra tekrar yanıma geldi.
-Montuma tekrar bakmak ister misin?
-Hayır artık istemiyorum. 
       Peki sevgili A, isteme bakalım.Ben kendi kendime ilgilenirim güzel montumla, sen de kös kös otur.Sevgili A, söyler misin neden ilgini bu kadar çabuk kaybettin? Ya da yalandan da olsa birkaç kere daha süet şeylerin o tuhaf dokusunu hissetmek isteyemez miydin?

...

      Velhasıl, henüz üzerinden şimdikinden daha az zaman geçmiş olsa da hatırlamadığım yıllardı anaokulu yıllarım.Bir gün filmlerdeki çılgın dahi doktorları, iç dünyasıyla anımsatan fen bilgisi öğretmenim tuhaf deneylerinden birine katılmak isteyip istemediğimi sordu.Kabul ettim çünkü beni karanlık korkumdan kurtaracağını vaadetmişti.Başlamadan önce bana en yakın arkadaşımı sordu.Bir sürü arkadaşım olmasına rağmen karar veremeyip N'yi söylemiştim.Onu özlediğimi de işte o an fark etmiştim. Zaten yavaş yavaş zirveye doğru çıkan hayat çizgim, takdir edeceğiniz üzere sonra hiçbir zaman aynı yöne doğru gitmeyecekti.
       Ama ben yine de başıma gelecekleri önceden tahmin edercesine ağlardım. Anneannemle dedem memlekete gidince evlerine giderdik bazen..Koltuklara sarılır, yastıklarına yatar ağlardım. Her baktığımda varlığına şükrettiğim manzaranın, beni sonradan bakmaya gerek duymaksızın ağlatabileceğini bilirmiş gibi. Ya da kuzenimin askere gideceği günü düşünür ağlardım. Ondan ayrı kalmayı, onun başka bir şehre gidecek olmasını her sahnesiyle hesap eder ağlardım. Neden böyle yapardın acaba çocukluğum, biraz daha tadını çıkartsan olmaz mıydı o günlerin? Yaptığın provalar, tüm bu hazırlıklar sence de boşa gitmedi mi? Her şekilde ayrı düşmedik mi ve tüm bunları hesaba katmamış gibi dımdızlak, savunmasız ve ne yapacağını bilemez bir halde kalmadık mı? Öyle oldu...
       İşte o günlerde geleceğe koşmak için elimden geleni yapar, büyümeyi deli gibi ister, bir yandan da sorumluluklardan korkardım.Ama yine de geleceğin heyecan dolu şeylerle kaplı olduğunu bilir, durmaksızın bir şeyler yapardım. Etrafıma göre abuk subuk görünen hayaller kurardım ve özlediğim tek şey gelecek olurdu. Jamaika İngilizce'si öğrenmeyi ister, şarkılar ezberler, hayatımı eğlenceli kılan yalanlar söylerdim. Jamaika'da konuşulan İngilizce'ye ilgimi kaybettim, şarkıları bilinçsizce ezberlemeye başladım ve yalandan gitgide iğrendim.
       Sonuç olarak hayatımın son güzel yıllarında yeni çanta, yeni ayakkabı, yeni kıyafet, güzel görünmek, havalı olduğuna inandığım arkadaş grubumla vakit geçirmek, cem yılmaz esprilerini sınıfa taşımak, kimin kimden hoşlandığını bilmek gibi şimdinin anlamsız, ergenliğin en anlamlı şeyleri heyecanlandırırdı beni. Ertesi gün kim bilir neler yaşanacaktı, yine nelere gülecektik acaba?
Hayatımın güzel olmayan bu yıllarında ise, artık hiçbir şeye heyecan duymamanın acısını uyumadan önce karnıma saplanan ağrılarla, içimden hiç çıkmayan acılarla ödüyor gibiyim. Nasıl mutluydum?! Ve sonraki senelerde de onca sıkıntının içinde kendimi nelere adamış da böylesine yola koyulmuştum? Hangi güç beni şuan çok daha fazla yetkin olacağım halde içimde hücresi kalmayan o hevese sahip kılmıştı? Heveslerimin hepsi bir anda beni nasıl bu kadar yalnız bırakmıştı?
       Ablam diyor ki "bazen ben de bir şarkıyla geçmişe gidiyorum, olur böyle." Keşke ben sadece geçmişe gitmekle kalsam... Ben o geçmişi bir de şimdiye taşımak istiyorum. Bunun için hiç olmadık çocuksu heveslerime sarılıyorum. Heves arayışımı hep geçmişte sürdürüyorum. Atladığım, kaçırdığım, göremediğim bir parça anı hatıra varsa yakasından tuttuğum gibi koyuyorum diğer malzemelerin yanına. Çizgi filmlerdeki büyücülerin kazanları gibi bir kazanım var. Bu kazanda zamanı geriye alma büyüsü yapmaya çalışıyorum. O nedenle sürekli geçmişten anılar, insanlar topluyorum. Topladığımı acımadan, sonunu düşünmeden alıyorum yanıma. Hepsini kaynatıyorum ve karıştırıyorum. İşte bu yüzden kafam karışık, işte bu yüzden insanları ayırt edemiyorum. Tam da bu yüzden bütün herkes birbirine karışmış. Bu yüzden karar veremiyorum en çok kimi sevdiğime, kime ihtiyacım olduğuna. Bu yüzden aptalca sözlerle sizi de aslında mutlu ettiğimi sanırken üzüyorum. Beni affedin diyemem, böyle bir cadı olmayı ben istemedim. Bu büyüyü yapmayı da istemedim. Ben de herkes gibi yoluma devam etmek istemiştim sadece. Fakat kendimi bu kazanın başında buldum.
Ben de yorgunum artık, sizin göremediğiniz ve umursamadığınız dertlerimle hak etmediğim kadar hem de.
        Sizin elle tutulur gözle görülür acılarınız oldu. Belki  yere düşüp dizini kanatmak kadar somut her şey. Düştünüz, diziniz kanadı ve bu nedenle canınız acıyor. Ama ben bu acıyı tarif etmek istediğimde ne bir düşme hatırlıyorum, ne de dizim kanıyor. Siyah bir toz bulutu var yalnızca...Nefesimi daraltan, göğsüme durmaksızın bası yapan...Kim bilir, cadı kazanımdan yükselen toz bulutu belki de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder