23 Kasım 2015 Pazartesi

anlayamadığım ve utandığım

       maalesef metrodaki sanatçılar enstrümanlarını toplamış gidiyorlar.yüzlerine akşam telaşı, çizmiş bile kendine has manzarasını.bu manzaranın çizildiği tek yüz kalkıp gitmekte olan sanatçılar değil, koşar adımlarla ilerleyen herkesin yüzünde boş olan tek bir nokta bırakmamış.
yüzlerden akan bu tabloları görmezden gelmenin tek yolu, reklam panolarında kendimi bulmak.tek bir dişini silmeseniz ne kadar da güzel bir kadınmış, diyorum bir diş polikliniğinin reklamına.tebrikler, amacınıza ulaştınız.
        mutsuz değilim, peki neyi düşünüyorum?
anneannesine ne diyeceğini ya da dediğini, anneannesinin tepkisini...bunları düşünerek kendime zarar veriyorum.bunları düşünmemek gibi bir ihtimalim yok.
bakışlara maruz kalıyorum, tuhaf konuşmalara.bir kadının pantolonunda akan çizgileri, insanların deri ceketlerindeki aşınmaları incelemek durumunda kalıyorum.
erkeklere artık yalnızca bir asansör dolusunun içinde tek kalırsam önem veriyorum.bakacak başka şey yok.
       erkekler; ne acayip. sakalları var siyah siyah. ceketleri var siyah siyah. bakışları var siyah siyah. dünyaları var kararttıkları, yahut aydınlattıkları.
       asansöre binemediği için tüm asansöre trip atan kadınlar var.fakat benim tepki gösterecek halim yok.
artık derste yerimde duramıyorum; sürekli oynamamdan dolayı kalemim bile rahatsız oluyor benden. yürümem gereken yollarda koşuyorum, bazı merdivenleri ikişer üçer çıkıyorum.çoğu zaman yolun bazı kısımlarını zıplayarak geçiyorum. bunları yapacak halim var.
açıklamalarımı uzatmıyorum, insan ilişkilerimi de öyle. kapatma eğilimindeyim açık bıraktığım tüm kapıları. fakat bu kapılardan bazıları çelikten ve çok ağır. onları kapatamıyorum elbette ki.
önüme çıkan insanlara -cinsiyetçi olmayan- küfürler ederek ilerliyorum. ne tuhaftır, bazen aynı yollarda sesli sesli şarkılar söylüyorum.
       insanlar eve hava karardıktan sonra girdirilmemeli yoksa...yoksa, üzüntüler ay gibi aydınlatabiliyor görüş alanımızı ve eksik bir şey dediğimiz ne varsa nereden bulduğunu bilmediğimiz fosforuyla parlayıveriyor. biz de öylece seyredip iç çekiyoruz.
oysa ne çok güvenmiştik kendimize, ne çok ki bırakmıştık her şeyi.bırakmıştık sırtımıza yapışan yükleri ve yuttuklarımızı. bırakmamak lazımmış, doktorcuğum, özür dilerim.
       teşekkür etmek istiyorum herkese, her şeye. günaydınlar fırlatmak istiyorum havaya doğru.yanıma yaklaşan tüm kedilere sarılmak istiyorum geride bıraktığımız ilişkimiz için. ve sana yalnızca dahil olduğum hayallerin için özür borçluyum. başka hiçbir şey için değil.
kendi mahkememde kendi kendimi yargılıyorum, kızmana gerek yok, ve kendi kendimi savunuyorum, suçsuz olmadığımı kanıtlamaya çalışıyorum kendime. 24 saatim böyle geçiyor. uykuda bile tedirginim, uykuda bile savaşıyorum.
       hırslı olmamdan söz ediyoruz.ne kadar da hırslıymışım.çok ciddiye alıyorum her şeyi, çok, hem de çok kere çok. 
yorulursun diyor arkadaşım, yoruluyorum diyorum.
yoruluyorum iç savaşlarımdan. hep birilerini öldürüyorum bu savaşlar dahilinde. hep bazı duyguları öldürüyorum. ben bir katilim, diyorum.
ben kendi kendime düşündükçe, ben kendi hırslarımı dizginlemedikçe soyut da olsa bir şeyleri devamlı öldüren biriyim.
böyle yaptığıma bakmayın, kimsenin ölmesini istemiyorum. onları diri tutmak için elimden geleni yapıyorum. 
ben bu iki nokta arasında koşturuyorum.ölüm ve yaşam.
yaşamaya, yaşatmaya çalıştıkça, bunları yapabilmem için ölüyorum, öldürüyorum.
ben bir insanım öyle değil mi? 
utanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder