24 Ocak 2016 Pazar

bulanık bir zihnin artıkları

        olmayacak hayallerin zihnimize geçiş yapmasına, orada hayat bulmasına, orada renkler edinmesine, orada nefes almayı sürdürmesine, oraya yerleşmesine, orada büyümesine, orada nefes almayı tekrar sürdürmesine izin verdiğimiz ve bundan asla pişman olmadığımızı sandığımız bir gece oluyor.olacak hayallerimiz var mı peki? işte bu sorunun cevabını gelecekten başka hiçbir dünyevi canlı bilmiyor. geleceğin canlı olduğunu kim söylemişti? işte bu soruyu da bir bilen var, ama o biz değiliz. gelecek, sürekli gelmekte olan yegane canlıdır, evet.
       bugüne kadar kurduğumuz çoğu hayalin ortak bir yönü var, gerçek dünyada bir yer edinememiş olmak. buna rağmen yaşamaya devam ediyoruz. başka bir seçeneğimiz olmadığından mıdır, yeni hayallerin ölümünü izlemekten zevk aldığımızdan mıdır bilinmez, buna rağmen yaşamaya devam ediyoruz.
       iyi şeylerin birden bire olduğunu ezberledik. bunu kanıksadık evet, adımız kadar iyi biliyoruz artık. peki ya kötü şeylerin de, en az iyi şeylerin saniyelik hızına karşın, ağır ağır ilerlemesine neden hiç değinmedik? iyi ve kötünün zıt sıfatlar olduğunu unuttuk mu yoksa, ya da iyi ve kötüyü tanımlarken dümdüz gitmemiz gereken yollarda, beklenmedik sapaklardan mı döndük? yolumuzu kaybetmiş olmamızı başka ne açıklar ki?
      iyi ve kötüyü zaman ve mekan açısından irdelemedik, bizi bağışlayın. iyi şeylere uzak olmanın verdiği o müthiş özgüvenle, kötü şeylere bakalım isteriz. kötü şeyler... gerçekten de inanılmaz bir yavaşlıkla gerçekleşiyorlar. belki gerçekleşmeden önce onları durdurasımız geliyor, ama hayatımızdaki erman toroğlular, oynatalım uğurcum diyor. işte o andan itibaren kötü şeyler ağır ağır oynamaya başlıyor. sonra tekrar tekrar başa sarıyor aynı kötü şeyler pozisyonu. tekrar tekrar, ağır ağır oynatılıyor. biz de seyrediyoruz, üstelik bir pazar gecesi, yanımızda, bıçağın ucuyla elma uzatan biri bile yokken. hadi elmayı geçelim, bir yudum alamadan ağzımızı yaktığı için bıraktığımız çayımız bile yokken. işte bu, kötüye hazırlıksız yakalanmaktır.
      Kayra Bey'in dediği gibi, özet görüntüler kadar bu ligde ben tutundum.
O zaman bambaşka bir yerden ele alma vakti geldi bu olayı. "Life is what happens when you're busy making other plans." demiş, John Lennon abimiz. o halde, hazırlıksız yakalanmak da hayata dahil mi demek bu? fakat biz, her şeyi kontrol altına alma delileri, bunu o kadar kolay kabul edemiyoruz. İstiyoruz ki, planlarımızın bütün adımları tek tek gerçekleşsin. çünkü biz, planlarımız için her adımı ince detaylarıyla tasarlıyoruz. başımıza gelecek en kötü olaylardan başlayıp, en iyilerine kadar bir sürü ihtimali bir araya getirip, mandallarla asıyoruz bu iyi-kötü skalasına, olabilecek her şeyi. fakat sonra, öyle bir şey oluyor ki, bu iki boyutlu skalanın üçüncü bir boyutunu yaratıyor. biz düz çizgimizde ilerleyeceğimize inanırken, üçüncü bir boyutta kalıyor yaşadıklarımız. ya iyi tarafında, ya kötü tarafında. ki genelde kötü tarafında oluyor.
       o yüzden çokça üzülüyor, çokça nerede hata yaptığımızı sorguluyoruz. yeni yeni sorular üretiyoruz, yeni yeni cevaplar ya da.sonra utanmadan o cevaplara inanıyoruz.tek kişilik röportajlarımızın içinde kayboluyoruz.ve inanır mısınız bilmem ama, o sırada bir ambulans geçiyor, bir siren duyuluyor. o sırada birileri ölüyor, birileri doğuyor, birileri birbirlerini seviyor, birileri birilerinin hayatından yok olup gidiyor. birileri bir yerlerde bir şeyler yaşıyor. -biz ise hayatın bu kısmını yaşadık saymıyoruz.-
      itiraf edelim, biz de bir şeyler yaşıyoruz. ama yaşadığımız şeyler öylesine değersiz kalıyor ki, yaşamaya utanır oluyoruz. kendimizi durmaksızın geri çektiğimiz hayatın, tam da içine karışmış gibi bulduğumuz noktasında, eski taktiğimize U dönüşü yapmanın gereklilikleriyle yüzleşiveriyoruz. bunları yaparken ambulans yoluna devam ediyor, siren başka mahallelerde duyuluyor, biz özlemeye devam ediyoruz.
       canımız olan arkadaşlarımız var.onlara tutunuyoruz bazen, rüyalarda bile. onlara cevaplar veremeyecek kadar bulanıklaşıyor zihnimiz, ki o bulanıklık zihnimizi uzun süre terk etmiyor.
       uyuyamayacak kadar uyanık, uyanık kalamayacak kadar uykulu bir yaşamı güzelleştirmek için çabalıyoruz, bocalıyoruz, tökezliyoruz, duruyoruz. yeni yeni tökezlemeler için belki de.

3 Ocak 2016 Pazar

iyi miyim acaba?

midemdeki acıyla mutfakta bana iyi gelebilecek bir şeyler arıyorum.dolapları açıp kapatıyorum defalarca, içlerindeki her şeyin yerini ezberliyorum, fakat aradığım o şeyi bulamıyorum.akşamdan kalma çayı kaynatma kararı alıp, harekete geçiyorum.beklerken perdeyi aralıyorum.etraftaki erimeye yüz tutmuş, sokak lambasının ışığıyla üstüne şeker serpilmiş gibi parlayan karlarda temkinlice yürüyen bir adam geçiyor.inanır mısın? bir adam geçiyor, üstelik sana hiç benzemiyor.ama ben onu sana benzetmek için çok uğraşıyorum.çünkü tam o anlarda, aklımda beni ağlatan bir cümle var.ve peşinde ise neden ağladığıma dair açıklamalar.mutfak dolabına alnımı yaslıyorum.bu ilk kez olmuyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum.bir şeylerin geçeceğini ümit ederek elbette ki.o durum içinde bile, içinden çıkabilmek için tutunacak binlerce hayali dal yaratıyorum kendime.fakat hayallerime dokunamıyorum.daha somut şeylere ihtiyacım var buradan çıkabilmek için.çay suyunun fokurdamasıyla dönüyorum dünyaya.o zaman kafamdan birkaç saniyeliğine atıyorum cümleyi ve açıklamaları.tekrar bakmıyorum pencereden, adamın çoktan gittiğini tahmin etmek zor değil.duvara bir iki yumruk atıyorum, tıpkı filmlerdeki gibi.elime geçen her türlü kırılacak malzemeyi dolaplardan alıp alıp fırlatmak istiyorum sağa sola, tıpkı filmlerdeki gibi.filmlerde değiliz.filmlerde olsak, aşk tesadüfleri severdi çünkü.filmlerde değiliz.bunların hiçbirini yapmıyorum.ufacık anlara adadığım o büyük değerleri düşünüyorum yine.verecek ne çok değerim varmış diyorum.hiçbir şey ifade etmeyen onlarca şeye, yine adamışım adanacak her şeyi.şimdi işin yoksa rengarenk boyadığın bu tablodaki her şeyi tinerle çıkartmaya çalış bakalım.çok beceriklisin, çok titizsin, çok dikkatlisin, çok temkinlisin, çok akıllısın ya, uğraş dur bakalım.arkadaşlarımı bunaltıyorum.zaten bir süre sonra cevap da vermiyorlar.yine kendi içime dönüyorum.oğuz bey'in bazı sözlerine ağlıyorum.oğuz bey, kimse olmadığı için mi yanımda olmanıza bu kadar ihtiyaç duyuyorum?kimse var...kimse yok...buna karar veremiyorum.konuşmuyorum onunla da.biliyorum ki o mutfaktaki cam bardaklardan, porselen tabaklardan daha kırılgan.bir cümle söylesem sabahtan akşama kadar üzerine düşünecek ve 2 gün sonra yaptığım bir hareketle bu cümleyi bağdaştıracak.bir hataya düştüm ve "hayat ne kadar çok tekrardan ibaret değil mi? her gün bulaşık yıkanıyor, her gün yemek yeyip duruyoruz." "çünkü sürekli acıkıyoruz." "sorun da bu ya, sürekli acıkıyoruz." gülümsüyor. o gülümseyince dünyalar benim.şimdi gitsem ağlarken sarılsam, biliyorum ki yine içimi biliyor.yine gizleyemeyeceğim utandığım hisleri, pişmanlıklarımı, kırılmışlıklarımı.o bildikten sonra ağlamak anlamsızlaşır.o yüzden...ne yapmadıysam, işte o yüzden.canım insanlar, değer vermiyorsunuz.birinin başındaki ağrıya sebebiyet verme ihtimalinizi düşünmüyorsunuz.canım insanlar defterinize dokunmamıza izin veriyorsunuz, ellerinize de öyle.size karşı tuhaf bir güven hissettiğini söyleyen insanlara açıklama bile yapmıyorsunuz.ne hoş.herkesin hayatta bir görevi vardır.sanırım içinde bulunduğum her anı bir görev bilinciyle yaşamakla lanetlendim.bu aptalca görevin (bakın bu da görevin ta kendisi) içinde sıkışıp kaldım.tatilde çalışmalıyım.işe başlamalıyım.herkes işleri yapmalıyım biraz, para kazanmalıyım.ancak böyle sıyrılacağım dünya hırslarına sahip olamamaktan.para tatlı gelecek.bağlanacağım dünyaya.köpekler gibi istediğinizi yapacağım, köleniz olacağım fark etmeden.her gün olduğum gibi.allah kahretsin.birilerini çağırayım diyorum, birlikte dışarı çıkalım bir şeyler yapalım, özledim.başkalarıyla yaptıkları şeyleri düşünüp vazgeçiyorum.insan sevmediklerini, kurtulmak istediklerini bile özlemeye başlayınca anlıyor hayatın ne kadar ciddi olduğunu.sevdiklerini özlemek bir süre sonra dahil olduğun mesleğin bir parçası haline geliyor zaten.sabah kalkıp yüzünü yıkadıktan sonra bile başlayan bir şey değil.uyku biter bitmez, kimi zaman uykuda bile yaptığın.bu işin 8-5 gibi bir aralığı yok.bu iş 7 gün 24 saat.anlatamıyorum.paragraf başları bırakamayacak kadar anlatamıyorum.yine sana sinirleniyorum.sen olsaydın, ben böyle olmazdım diye bir başlık atıp, altına yazmayı unuttuğum milyonlarca cümleyi yine sıralamak istiyorum.sen bu cümlelerin kaçta kaçını anladın ki unuttuklarımı da anlayasın.seni beni yok saymaya devam edeceksin, biliyorum.hem de bilmeyerek.beni mahvettiniz, canım insanlar.beni de mahvettiniz.