2 Nisan 2016 Cumartesi

nereye gidiyormuşum?

yıllar sonra öf dedim anneme. büyük günah. ama annem geldi gönlümü almaya. neden? çünkü hastayım. yaptığım her şeyin bir açıklaması olabilir. ya da ağlarken bulur beni bir kenarda. o zaman kızamaz, o zaman çözülür bütün düğümler.
öf dedim, çünkü sinirli bir ses tonuyla, beni kullanan insanlara kızdı. ben üstüme alındım, bana kızmış gibi oldu. kırıldım. kırıldığımı belli etmemek için de sinirlenmiş gibi yaptım.
gideceğim! diye bağırdım.
nereye gidiyormuşsun? diye bağırdı o da. fazla ciddiye almıştı. öylesine söylenmeye, sinirlenmeye hakkım yokmuş gibi ciddiye aldı hem de. oysa gitmek istiyor olmamın sebebi o değildi ki, sendin. yanına gelmenin tek yolu burada gitmekti diye, gitmek istemiştim.
halbuki sana geliş yolumu bile kapatmıştı bu beni kullananlar. sen tabi bunları da bilmedin, nereden bileceksin. annem de bilmedi. o, beni düşündüğünden sinirlendi, seni değil.
ilaçlarımı düzgün içmiyorum. ondan mı böyle bulanık hissediyorum acaba? yoksa bulanık hissettiğim için mi mi ilaçlarımı da düzgün içemiyorum? tıpkı hiçbir şeyi düzgün yapamadığım gibi. ne kadar gidersem gideyim bu döngünün başını bulamayacağım.
düzgün saatte uyanmıyorum, düzgün saatlerde düzgünce yapmam gereken işleri yapmıyorum, sorumluluk duygumdan gittikçe uzaklaşıyorum, hayallerim ve hedeflerim ellerimi hiç tutmamışçasına bırakıyor, dua etmiyorum, düzgünce yürümem gereken yollarda yamuk yumuk yürüyorum, düzgünce yürümem gereken yollarda şarkı söylemeye çalışıyorum ama nefessiz kalıyorum, düzgünce konuşmam gereken şeyleri konuşacakken "kafam yerinde değil." deyip geçiştiriyorum. ama asla yalan söylemiyorum.
kalbim deli gibi çarpıyor. uzun zaman sonra ilk defa. sabahleyin karşı apartmanın çatısına konan kuşların kanatlarını hissediyorum içimde. hiçbir zaman emin olamadığım sağımda ya da solumda, göğsümde işte. deli gibi çarpıyor. 
panik atağın yok demişti doktor. yoktur elbette. her zaman olmuyor bu zaten. doktora gittiğim zaman hele, hiç olmuyordu. ilaçlarımı düzgün içmiyorum, kesin ondan oluyor.
gelip kitaplarıma bakıyor.
"ben de kitap okumak istiyorum." 
"oku." diyemiyorum. "okuma." hiç diyemiyorum. karıştırıyor masadaki kitapları ama inan ben de bilmiyorum o kitaplar nereden çıktı. ben o sırada ufak bir peçete parçasına burnumu siliyorum. ağlarken suç üstü yakaladı beni, evet. 
"ayakların yere sağlam bassın, en ufak dalgayla birlikte sürüklenip gitme.sen bunu yapabilecek güçtesin.akıllısın, zekisin."
"değilim." diyemiyorum. "öyleyim." hiç diyemiyorum. gözlerimden yaşlar akıp gidecek gibiler. belli ki en ufak dalgayla birlikte...
ne sana kızdım, ne o adamlara, ne de ona. zamanın geçtiğini bu kadar fark etmemiş olmama kızdım. kendime kızdım.
nisan, mayıs, haziran, temmuz... yuh! dört ay olmuş. nasıl fark etmem bunca zamanı? hangi hafta, hangi gün, hangi pazartesi, salı, çarşamba? beni beklemeden geçip gitmişler. ben en ufak dalgayla sürüklenip gittiğim sırada mı geçtiler, bilmiyorum. ama yemin ederim, bakın yemin ederim ki fark etmedim.
hep tartışırım insan mutluyken mi hızlı geçer zaman, mutsuzken mi diye. önceden mutsuzken derdim. ama şimdi zaman kavramımın bana ne ifade ettiğini çözmekle meşgulüm. önce onu bulmam lazım. ve bu mutluluk değil, ondan eminim. ne olduğunu ben de bilmiyorum. geri dönüşü olmayan bir yol belki de. (geri dönüşü olmayan bir yol, his değildir. tutarlı ol biraz.) ilaçlarımı düzgün içmiyorum, kesin ondan karıştı kafam böyle. 
başım hep ağrıyordu, hala ağrıyor. ona da kızmıyorum, o da alışkanlıklarını bırakamıyor belli ki. o yüzden kızmıyorum evet. kendim söz geçirebiliyor muyum kendime. bırak deyince bırakabiliyor muyum? düşünme deyince düşünmeyebiliyor muyum? yapma deyince yapmayabiliyor muyum sanki? 
biliyor musun çok çok çok ince bir çizgiyle ayrılmış gibi her şey. nasıl davranıyorsam tam da öyle hissettiğim için davranıyorum. bir yandan da, hep sahneden kulise girecekmiş ve hata yapmamın önemsiz olduğu o yerde, yıllardır tuttuğum nefesi verecekmişim gibi. bunun seninle ilgisi yok. ben böyleyim, böyleyim, böyle olacağım.
bundan hoşnut değilim. ilaçlarımı düzgün içeceğim. 
her gördüğüm bana çok önceden gördüklerimi hatırlatıyor. bir sürü his içimde birikip duruyor. BİR SÜRÜ HİS. bunları ne kelimeye dökmenin, ne de kelimesizlikle açıklamanın bir anlamı var. susup duruyorum başka şeyler yaşıyormuş gibi davranıyorum. keşke, şimdi, tam şimdi, şuanda; istediğim yerde ve istediğim saatte olabilsem. BAKALIM O ZAMAN DA BÖYLE KONUŞABİLECEK MİSİN? MUTSUZUM DİYEBİLECEK MİSİN? BÖYLE ŞIMARIKLIKLARI YAPMA HAKKINI KENDİNDE GÖREBİLECEK MİSİN? 
haha.
yapamayacaksın.
ikimiz de biliyoruz; şimdi, tam şuanda, istediğim yerde olma şansım olsa nereye gideceğimi.