13 Temmuz 2016 Çarşamba

kısa: muhtemel bir zincirin halkası

       
       Sinek vızıltısına takıldı aklı ve sinekle birlikte bir bilinmezliğe doğru ilerledi. Bu ilerlemeyi durdurmanın da hiçbir yolu yoktu üstelik. Düşündü… Geçmişini inşa eden unsurların hepsini, tek tek düşündü. En son bu sinek vızıltısını duyduğu ana doğru ilerliyordu belli ki.
Sevginin en geniş anlamıyla kendine yer edindiği bir zamana gitti. Öyle bir zaman ki, kendine dair tanımları gelişkin olmadığından mı yoksa tam anlamıyla eksiksiz hissettiğinden mi bilinmez, içi huzurla doldu. Fakat bu huzur, her zamanki gibi çok kısa sürdü. Çünkü her şeyin eksiksiz olduğu bir anı yakalamak için sağa sola delice koşturduğu yıllar, ona bomboş avuçlardan başka bir şey kazandırmış değildi.
       Zaten o da artık aramayı bıraktı. Böyle en ufak seste, doğanın minik bir kıpırdanışında, camdaki yansımasında bir umut bulup, istediği yere gidiyordu. Bundan başka tesellisi olabilir mi?
Sürekli olarak cama çarpan sinek, bir türlü pencerenin açık kısmını keşfedemiyor, keşfedemedikçe sinirleniyor, sinirlendikçe cama daha hızlı çarpıyor gibiydi. Eliyle tutup atsa biliyor ki zarar verecek, kendi haline bıraksa çarpmaların etkisiyle sarhoş olan sineğin istikbali hiç hoş olmayacak. Ve yine biliyor ki, o sinek vızıltısı sussa, sanki bütün büyü bozulacak, gittiği o şehirlerden, o evlerden, o odalardan birer birer toplanacak dağılan bütün parçaları. Bunu başaracak gücü var mı, o an için bilemiyor.
       İzlediği sineği rahat bırakma kararı alıp, uzandığı koltuğa geri dönüyor. Vızıltı da beraber… Kötü bir işçiliğin sonucu ortaya çıkmış bu beyaz tavanı izlemekle geçirecek tüm gününü. Beyazın insanı içine alıp, sarıp sarmalamayan ve hatta üstüne hiç olmadığı kadar yabancı hissettiren tonları da varmış meğer. Bu eski otel ve eski tavanın suçu mu? Yoksa seneler sonra dönüp geldiği bu yerde, her şeyin, hislerin bile aynı kalmasını beklemek gafletine mi düşmüştü?
       İşte bu soruyu da tıpkı sinek gibi rahat bırakıp, oturduğu yerden kalktı. Odaya sığamadığını hissetti. Sinek vızıldamaya, içi daralmaya, sorular beynine hücum etmeye devam etti. Tespit edebildiği ya da edemediği ne varsa, küçük dikenler gibi batmaya başladı vücuduna. Sanki şimdi kalbi göğüs kafesinde değildi, boğazından yukarı, beynine doğru çıkmaya çalışıyordu. Kafası zonklamaya başladı. Kısacık bir sürede ter içinde kalmıştı bile. Daha fazla ayakta duramazdı. Hızlı ama küçük adımlarla kararmış etrafından bulabildiği nesnelere tutunarak pencereye gitti. Sineğin sesi yükselmişti şimdi. Belinden daha aşağıda konumlanmış pencerenin kenarına oturdu, gözlerini sıkıca kapattı.
       O an her şey durdu. Sorular, sinek, kalbi… Görüp görebildiği tek şey, gözünü yummanın getirdiği turuncudan kırmızıya dönen büyük yuvarlakların içinde, serbest bırakılmış güvercinler gibi sağa sola koşturan küçük beyaz noktalardı. Derin bir nefes aldı.
Yanındaki komodinin üzerine yerleştirilmiş eski örtüyü kaptığı gibi sineği çıkış yoluna doğru nazikçe sürükledi. İlk başta direnen sinek, şimdi çarptığı şeyin bir cam olduğunu fark etmiş olmalı ki, olağanca hızıyla uzaklaşıverdi pencereden. Yapmıştı, başarmıştı. Onu yaşatan günlere geri götüren bir şeyi yok edebilmişti işte. Kurtulmuştu. Bu harika bir başlangıç bile olabilirdi.
       Ne için?
       Sahi, ne için…

       Şimdi duyabildiği tek ses yan odadan gelen elektrikli süpürge sesiydi… Temizlik… Temizliğin kendine has sesi… Tıpkı eski günlerde olduğu gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder