7 Ekim 2014 Salı

haluk levent, fimo hamuru ve tarikatım


      son günlerde orange is the new black izleme oranım arttığı için mi, yoksa gözlerin gardiyan olma fikrine daha aşina olduğum için mi bilinmez, haluk levent'in aşkın mapushane şarkısı aklımdan çıkmıyor biraz.
      şarkıdaki duyguyu yaşımdan dolayı küçükken pek hissetmemiş olsam da, şuan bazı saçların parmaklık olma durumu mazoşist bir eğilimle beraber mantıklı geliyor diyebilirim.çünkü gerçekten insan hapsolduğunu ve o hapsoluşun güzel olduğunu, o kişi üzerinden genellemeler bile yapamadığında fark ediyor.

 -dün bir genelleme yapmaya çalıştım, olmayınca bıraktım.-
yahu gerçekten düşününce ilginç.saç diplerinde sonsuzluk aramak fazla romantik bir girişim olabilir ama ben kendimi alamıyorum.saç dibinde kafa derisi vardır, kepek bile vardır.ama mükemmellik yoktur normal şartlarda.şimdilerde bu konuya böyle anatomik yaklaşamıyorum işte.bu nedendir ki saçlar parmaklık oluveriyor, haluk levent gayet iyi anlaşılıyor.ve tabi gözler gardiyan oluyor.yine belli bir anı binlerce kere kafamda yaşatmaya çalışırken fark ettim ki, bütün hareket geçişleri "smooth"laşıyor, kaygan bir zeminde takılmadan yoluna devam ediyor.onun kinetik (hareketi, ona neden olan ve o hareketten doğan kuvvetleri de göz önüne alarak...) olarak tanımlanan tüm becerileri, akıcı bir düz yazı gibi geçip gidiyor.ben olabildiğince tutuk ve samimiyetten uzakken onun bu dünyaya ve doğaya karışmış akıcılığına yetişemiyorum.tam bu devrede gözler gardiyan oluyor.yetişemediğim bu hız ve akıcılık tarafından sürekli izlenirken voltalar atıyor gibiyim.kafamda kurgusunu döndürmeye çalıştığım olayı kendi kendime gözcü olarak var ediyorum. takdir edersiniz ki bir zaman sonra da bunları nasıl başardığıma hayret ediyorum ve bir şeyler yaşamaktan çabuk yoruluyorum. (belki de mucizevi güzellikteki şeylerle karşılaşmam için aradan aylar ve yıllar geçmesi Yaratıcı'nın bir lütfudur.)
      artık CE diye bahsetmeye gerek de duymuyorum çünkü itiraf etmem lazım ki CE'nin kim olduğunu ben de bilmiyordum.ki hala da emin değilim var mı, yok mu, o kişi CE mi.. belki CE hala dünyada bir yerlerde dolaşıyor ama ben bu kısaltmanın altını oldukça gerçek bir kişilikle doldurmuş gibiyim. 
gerçi artık emin olamıyorum hiçbir histen.bu cümleyi kurunca gözümün önüne ilkokulda fimo hamuruyla yapmaya çalıştığım küpeler ve kolye uçları geldi. (bu arada fimo hamurunun ne olduğunu bilmemeniz de çok normal.oyun hamurundan biraz daha sert olan bu hamuru fırında ısıtınca sertleşip genelde takıcılarda gördüğünüz renkli şekillere falan dönüşen, süsleme amaçlı var olmuş bir hamurdur işte kendisi.görsellerden bakabilirsiniz.) elimdeki bütün renkleri katmanlar halinde iç içe dizerek "gök kuşağılı" güzel bir kolye yapmak istemiştim. (biraz reklam kokan hareketler olacak ama kafamdaki resmi daha iyi gösteren başka bir resim bulamadım, idare edin.hehe)

(fırında pişirme kısmından korktuğum için, yapmak istemiştim ama yapamamıştım, onu da ekleyeyim.)

      duygularımı tıpkı bu renkler gibi birbirinden ayrılmaz ama alakasız buluyorum.bazen mor gibi kararlı ve kendinden emin hissederken, ona yapışmış maviden, yani eksik, etkisiz ve her yana dağılmış hissinden kurtulamıyorum.gibi gibi gibi...
bu karmaşa da öyle işte..mutluluktan nefes alamadığım bir anın içinde mutlaka acı çekiyor oluyorum.gündelik hislerimde bile bu derece karışmışken, bir (1) kişiye karşı nasıl tutarlı ve tekdüze hissedebilirim bilmiyorum.ama bunu kesinlikle istiyorum.çünkü sonunu bilemediğim, göremediğim işlere kalkışmak hobilerim arasında değil.
      fimo hamuruyla özgüven yapılabiliyor olsaydı yapardım.bu sabit hislere ve bir şeyin peşinden koşmaya giden özgüven köprüsünden geçemeyecek gibi bir halim var şimdilik.
      ben yine de "yanağı sıkılası, çok tatlı" (Ekim, 2014) bir birey olarak olduğum yerde duruyorum ve mümkünse eczacılık fakültesinin önünü kendimce kutsuyorum. 
(bu arada şarkıyı hala açmadıysanız link. dipnot: eskilerin senkron sorunlu naif kliplerini izlememeyi tercih ediyorum lütfen sizde bunu okumaya devam edin, şarkı arkada açık kalsın.) 

      geçen gün twitter'a "niye aşk, imkansızlık, arabesk üçgeninden kurtulamıyorum ben. hayır bermuda şeytan üçgeni halt yemiş bence bu daha içine çekici..." yazmıştım.biraz bu konudan, biraz da biri tarafından kurulmuş büşra hocaefendi hazretleri olduğum tarikattan bahsetmek isterim...
bir tarikatım olsa aşk, imkansızlık ve arabesk üzerine kurardım sanırım.çünkü daha başarılı olduğum bir kısır döngü henüz keşfedemedim.gerçi aşk değişkeni yerine herhangi bir ilişki çeşidini de koysak daha kapsamlı ve geçerli olur. (bkz: dostluk, arkadaşlık, ablalık...) içinde bulunduğum her türlü ilişkiyi çıkmaza sokmayı başarıyorum ve hala hakkımda olumlu cümleler kuranlar var.hayret bi' şey.birazcık da imkanlı şeyleri sevebilmeyi isterdim ama artık hayatla bu konuda birbirimizi alıştırmış gibiyiz.o bana hep imkansızları sunuyor, ben de hepsine tav oluyorum.birbirimizi hiç hayalkırıklığına uğratmadık galiba.
     canımız sıkılıyor.

     bu gerçekle bir kez daha yüzleşince yani.
ve hala CE plakalı araç görememiş olmamı neye bağlıyoruz? sanırım plakalar-kişiler inancıma son vermem için bir işaretti bu.şarkıya odaklanınca yazacaklarım birbirine karıştı.toparlıyorum affedersiniz.
      işte nasılsın sorularınıza bu hafta ve gelecek haftalarda biraz böyle, gök kuşağı şeklinde fimo hamurundan kolye ucu gibiyim diye yanıt vermek isterim ama sesli cümlelerimi uzatmamak için iyiyim diyorum.aynı şeye tekabül etmemelerine karşın.
cümlelerime son verirken hala inatla buraya girenler olduğunu görüyorum, gözlerim yaşarıyor.teşekkür ediyorum ve sizden 1-2 mucize dileğim için manevi destek istiyorum.

-manevi desteğinizi istediğiniz zaman, istediğiniz yerde, sözlü, yazılı, telepatik olarak verebilirsiniz.-

mutlu günler.

 not: aşkın mapushane, içinde ben mahkum, saçların parmaklık, gözlerin gardiyan oldu ve gözlerim doluyor gecelerine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder