20 Temmuz 2016 Çarşamba

anladıklarım


       anlıyordum. ışıktan uzak o akşamüstü her şeyden daha iyi anlıyordum ki, içsel kaoslarımızda kaybolmaktan, dışsal bir kaos karşısında ne yapacağını bilememezliğimiz doruklarına varıyormuş. düşünce dünyamızda yarattığımız, bir bir inşa ettiğimiz ne kadar olasılık varsa, gerçek karşısında hepsi hiç var olmamış kalıyormuş. -ki zaten var olmadılar.- yine anlıyordum ki, vücut nasıl dış ortamla kendi ısısını eş hale getirmeye çalışıyorsa, yine aynı vücut, dışsal kaosla içsel kaosları da eş hale getirmeye çalışıyormuş.
       yaptığımız tek şey kendimizi, insanlara tepkilerimizi, insanların tepkileri karşısındaki duruşumuzu çözmeye çalışırken etrafımızda dönen dünyalardan bihabermişiz ve asıl çözmemiz gereken başka dünyalarmış. kendimizle çok fazla vakit kaybetmişiz belli ki.
       işte o akşamüstü, ışıktan ve huzurdan uzak, o akşamüstü anlıyorum ki, belli sıradanlıkların insanlarıyız.o kadar alışmışız ki hiçbir şey ama hiçbir şey olmayan yaşantımıza kendimizi kilitlemeyi, mahsur kaldığımız bu yerden dışarıya adım atmak zorunda kalınca kelimesiz kalıyormuşuz.       yapabildiğimiz yegane şey, geriye kalan birkaç sevdiğimizin hayatla olan bağıymış. 
        onun yanındayken dünya sabit... dünya düz... bütün bilimsel teoriler çöp... dünyada, el ele çıktığımız o yokuşlar bile yok. öylesine sorunsuz bir zeminde, senkronize adımlarla yürüyoruz. yine onun yanındayken güneş batmıyor, ay doğuyor. ben aslında yorulmuyorum bile. nefes nefese kalıyorum, ama yorulmuyorum.
       kendi düzlüğüme ulaşmanın keyfini sürmek isterken, bambaşka telaşlar vuku buluyor. bu bambaşka telaşlar, ben o yokuşları çıkarken olsa ağlayarak geri döneceğim cinsten. odamın ortasına çöküp, korkudan tir tir titrerken kendimi kaybedeceğim, bir daha asla bulamayacağım, bugüne kadar uğrunda yok olup gidemediğim ne varsa hepsi için yok olup gideceğim cinsten.
       ama onun gözlerine bir daha bakmak isteği, her şeyden ağır basıyor. onun gözleri alelade olmayan cinsten bir kahverengi. bu öyle bir kahverengi ki, oturduğumuz yerden tanrısal bakış açısını bakışlarımıza yükleyen, "yokmuşuz gibi" hissettiren, ama aslında yepyeni bir dünya var eden bir kahverengi. kaçamadığım, kaçmak istemediğim, yorulmadığım, nefes aldığım, her şeyi unuttuğum, hiçbir şeyi umursamadığım, sevdiğim ve çok sevdiğim... öyle bir kahverengi işte.
       geleceğe dair yapılan planlarımızın gerçekleşme olasılığının belki de hayatlarımız boyunca en düşük olduğu, o ışıktan uzak akşamüstü anlıyorum ki, başka seçeneğimiz yok. yine el ele verip o yokuşları çıkmaktan başka; içtiğimiz sudan, bünyemizin her tarafına eşit dağılmış en ufak sevgi zerresine kadar her şeyi paylaşmaktan başka, kedileri sevmeye devam etmekten başka hiçbir şansımız yok.
aynı yolda yürüyüp, aynı şiiri düşünerek yürüyeceğimizi anlıyorum.
bir sabah uyandığımda, onun günü asıl aydınlatan kelimelerine bakarken ülkemizin jeopolitik konumunu unutacağımı ve bundan asla pişmanlık duymayacağımı anlıyorum.
neyin ne olduğunu anlamıyorum ama, bunları çok iyi anlıyorum işte.
yaşananlara üzgünüm...ama kafamı yaslayınca yaşananları yaşanmamış kılan bir omzu var.
en fazla bu kadar üzgünüm işte. hiçbir şey olmamış kadar.
huzursuz bir akşam çöküyor, bana dokunmadan geçiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder